Opera Hangi Şehre İniyor?

Dr. İlke Boran
“Opera Şehre iniyor”… Bu sloganı afişlerde, billboard'larda, üstgeçit panolarında ve televizyonlarda görüyoruz duyuyoruz son zamanlarda. İstanbul’da, ilk kez Uluslararası Opera Festivali düzenleniyor. Çok güzel bir atılım. Hatta yıllar önce başlaması gereken bir festival.  İKSV’nin düzenlediği müzik, tiyatro, sinema, caz festivalleri arasında eksikliği hissediliyordu açıkçası. Şimdi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında başlamış oldu ve özellikle Avrupa’nın önemli operalarının prodüksiyonlarını seyretmek açısından son derece besleyici bir festival.

Ne var ki bu sloganda insanı düşündüren bazı noktalar var. Opera şehre iniyor… Opera dağda mıydı ki şehre iniyor? Opera kurt mudur sırtlan mıdır, in midir cin midir ki şehre iner? Daha önce neredeydi ki? Yine şehirde değil miydi bu opera? Zaten şehirde olmayan bir opera düşünülemez. Zira opera doğası itibariyle bir şehir sanatıdır. Bilindiği üzere, opera birçok sanat dalının bir araya geldiği bir sanat formu olduğundan doğası itibariyle çokça emek ve maddi yatırım gerektiren bir sanat dalıdır ve bu nedenden dolayı ideal olarak şehir ve devlet yönetiminin desteğiyle şehirlerde kurulan opera evlerinde boy gösterir. Bunlar bilinen konular.

Tabii bu sloganın içerdiği asıl anlam, ülkemizde çokça dillerde dolaşan “sanatı ve sanatçıyı halkla buluşturalım/bütünleştirelim” sevdasına dayanıyor. Pekiyi, bu emel gerçekleşiyor mu? Hayır. Neden? Çünkü yöntem pek doğru gözükmüyor.  2 Temmuz’daki açılış gecesinde Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosunda yapılan açılış konuşmalarında da bu dilekten çokça bahsedildi. En çok göze batan cümle “aslında kısıtlı bir kesim tarafından izlendiği düşünülen operayı daha geliş kitlelerle buluşturmayı amaçlıyoruz” oldu. Opera temsillerinin gerçekten de kısıtlı bir kesim tarafından izlendiği doğru. Klasik batı müziği, tiyatro, bale gibi sanat dallarıyla çok fazla etkileşim içinde olamayan geniş kitlelerin opera temsiline gelmesini beklemek de yersiz olur doğrusu. Opera Festivalinin hedef kitle olarak belirlediği bu geniş kitlelerin dikkatini operaya çekmek dünden bugüne olacak bir şey gibi de gözükmüyor. Zira bu tür bir etkileşim için en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş tüm sanat, kültür ve eğitim alanlarını içinde barındıran bir kültür politikası geliştirmek gerekir. Böyle bir kültür politikamız var mı? Pek yok gibi gözüküyor.


Bu kültür politikasını geliştirmek elbette Uluslararası Opera Festivali’nin işi değil. Fakat festivalin reklamlarında bile, halkla operayı kaynaştırmak istiyormuş gibi görünse de, aslında medyada sıkça görülen “kültürü karikatürize etme” yolu seçilmiş sanki. Minibüste, inmek istediği yeri opera aryası gibi söyleyen adama şoför ve muavin dâhil minibüsteki herkesin dikkatini çekmeyi başarıyor başarmasına ama bütün minibüs “nerden çıktı bu deli” der gibi bakıyor adamcağıza reklamda. Gerçek hayatta da bir operacı minibüste arya söyler gibi para uzatsa aynı bakışlarla karşılaşır. Oysa iyi bir reklam, gerçeğin birebir aynasını değil hayal edilen idealin mesajını vermekle yükümlü değil midir? Yani halkla bütünleşme mesajı pek yerini bulmuş gibi gözükmüyor festivalin reklamlarında ne yazık ki. Aynı şekilde, ünlü medyatik kişiliklerin opera eserleri ve kostümleri içerisinde çekilen fotoğrafları da halkın ilgisini operaya çekmeye yeterli olmuyor.

2 Temmuz akşamı sahnelenen Rossini’nin II Mehmet Operası’na gelenler arasında da hedeflenen geniş kitlelerden pek eser yoktu. Zaten 3500 koltuğun dolması için bol keseden davetiye dağıtılmasıyla, konunun Fatih Sultan Mehmet’i ele almasıyla ya da sahneye yüzlerce figüranı doldurarak şaşaalı bir prodüksiyon izlenimi yaratmakla da olacak bir iş değil bu. Söz açılmışken bu temsile biraz değinmek lazım: Öncelikle orijinal ismi II. Mehmet (Maometto Secondo) olan operanın isimi nedense Fatih Sultan Mehmet olarak değiştirilerek lanse edildi. Bir de operanın başında II. Mehmet’in atmosferiyle hiç ilgisi olmayan Hırsız Saksağan operasının uvertürü çalındı. Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosundaki ses sistemi pek başarılı değildi doğrusu. Muhtemelen mikrofonlar doğru yerleştirilmediği için solistler karşıya doğru söylerken sesler net, yana dönünce hamam etkisi yaratıyordu. Eserde oyunculuk çok fazla ön plana çıkmadı açıkçası, çok fazla hareketin olmadığı bir reji tercih edilmiş. Fakat rejisör Yekta Kara büyük bir sansasyon yaratacağını tahmin ederek operanın birinci perdesinde Mehter Marşıyla birlikte Mehteran’ı sahneye sokuyor. Gerçek Mehterana ek olarak çok sayıda figüranın da kullanılmasıyla sahnede birden yüzlerce kişi beliriyor. Şaşaalı bir kalabalık… Ve tabii ki çok tipik bir Türk
galeyan hareketi olarak Cemil Topuzlu’yu dolduran kalabalık büyük bir huşu içerisinde alkışı kopartıyor Mehteran’ı görünce. Zannedersiniz İstanbul yeniden kuşatılıyor. II. Mehmet at üstünde sahneye girince taşıdığı sembolik değerden olsa gerek alkış iki katına çıkıyor. Fakat ironik bir durum, tüm yerli solistler arasında, herkesin heyecanla alkışladığı II. Mehmet’i canlandıran solist yabancı. Üstelik tüm opera boyunca bu roldeki Bas Ivan Kovacs’ın sesi sanki marke söylüyormuşçasına hiç mi hiç duyulmadı ne yazık ki. II. Mehmet’i canlandıracak ve sesi gürül gürül çınlayacak bir basımız yok mudur yani ülkemizde?

Konservatuvar öğrencilerinin önce Açık Hava Tiyatrosunda yer gösterdiği ardından da Yeniçeri figüranı olarak sahnede boy gösterdiği bu “görkemli” açılış gecesi olması gerektiği kadar etkili olmadı kanımca. Tarihimizle bağlantılı olan bu opera konusunun da geniş kitlelerin ilgisini çekmişe benzemiyor doğrusu.  Fakat yazının başında da belirttiğim gibi özellikle yabancı opera kumpanyaların prodüksiyonlarını canlı olarak izleme fırsatını İstanbul’daki opera severlere sunması açısından 1. İstanbul Opera Festivali’nin son derece önemli bir başlangıç olduğu kanaatindeyim. Bu yolla belki oyunculuk, reji, dekor kostüm açısından nitelikli ve kalite düzeyi yüksek örnekleri izleme olanağı bulan bilinçli izleyici kitlesi ülkemizdeki opera prodüksiyonlarının kalitesinin yükselmesi için bir talep oluşturur.

1 comments:

Giz July 11, 2010 at 12:59 PM  

Çok iyi bir değerlendirme İlke, facebookta hemen paylaşıyorum. Ellerine sağlık..

Post a Comment

About Me

My photo
Musicologist / Müzik Bilimci
Powered by Blogger.