Opera sanatı bütünsel bir sanat olarak kabul edilmektedir. Bunun nedeni, müzik, tiyatro, edebiyat, resim, dans gibi sanatları içinde barındırıyor olması ve tüm bu sanatların birleşiminden bir sentez çıkartmış olmasıdır. Müzik tarihinin önemli dönüm noktaları, öne çıkan opera yapıtlarının besteleniş tarihleri ve bu yapıtların yarattığı etkilerle belirlenmektedir çoğunlukla. Opera sanatının müzik tarihi içerisindeki önemi gibi, opera binaları da kentler için önemlidir. Çünkü opera binaları ait oldukları kentin kültürel düzeyinin, saygınlığının bir göstergesidir aslında. Avrupa’daki önemli şehirlere bakacak olursak örneğin Paris’te beş adet, Prag, Berlin, Münih gibi şehirlerde üçer adet opera binası bulunduğunu görürüz. Ayrıca hemen her orta ölçekli kentte de en azından bir adet opera/tiyatro binası bulunmaktadır. Bu opera binaları kentlerin opera sanatına verdikleri değerin ötesinde, kültürel devinim ve sanatsal saygınlığa verdikleri önemin de göstergesidir.
AKM Neden Önemli?
Posted by
Ilke Boran
Thursday, June 10, 2010
İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi de, özünde, tıpkı opera sanatı gibi bütünsel bir sanat merkezi niteliğini taşımaktadır. Bünyesinde opera-bale sahnesi, konser salonu, Tiyatro sahnesi, sinema salonu ve sergi salonu barındıran bir mekândır AKM. Faaliyete geçtiği 1978 yılından itibaren, 2007 yılında Kadıköy Bahariye’deki Süreyya operasının açıldığı güne kadar İstanbul kentinin tek opera binası ve kapsamlı kültür merkezi kimliğini taşıdı. Halen de AKM’nin bu kimliği kuşku götürmez biçimde önderliğini sürdürmektedir.
AKM binasının teknik donanımı kadar, inşasının tarihsel süreci de ilgi çekicidir. İstanbul kentine bir opera binası inşa etme fikri ilk olarak 1930’lu yıllarda geliştiriliyor ve binanın temelleri AKM’nin bugün bulunduğu Taksim meydanında 1946 yılında atılıyor. Fakat Emine Nerdim Yılmaz’ın derlediği Atatürk Kültür Merkezinin geçirdiği aşamalar başlıklı yazısında da belirttiği gibi “Yapının parasal nedenlerle İstanbul Belediyesi tarafından yürütülememesi üzerine, 15.7.1953’te yürürlüğe giren 6165 sayılı kanunla, konu Maliye Bakanlığı'na devredilmiş”[1]. 1957 yılına gelindiğinde de, aslında yalnızca bir opera binası olarak tasarlanan yapının birçok sanatsal etkinliği içinde barındıracak bir kültür merkezi haline getirilmesi kararlaştırılmış, mimar Hayati Tabanlıoğlu yeni projenin mimarı olarak görevlendirilmiş. Alınan karar doğrultusunda yenilenen proje sürecinde Almanya’dan Mimar Prof. Gerhard Graubner İstanbul’a gelerek incelemelerde bulunmuş. Yine Emine Erdim Yılmaz’ın derlediği yazıda 1959 yılından 1968 yılına kadar inşaata ayrılan ödenek listesi de ilginç bir veri sunmaktadır. Yıllara göre ayrılan ödenekler: 1959 2 Milyon, 1960 10 Milyon, 1961 5 Milyon, 1962 1 (bir Lira), 1963 5 Milyon, 1964 5 Milyon, 1965 7 Milyon, 1967 11 Milyon, 1968 26 Milyon Lira olarak görülmektedir. Bu dökümden anlaşıldığı üzere, dokuz yılın toplamında dönemin parasıyla 71 Milyon Lira’lık bir ödenekle bina tamamlanmış ve 1969 yılında “İstanbul Kültür Merkezi” adıyla açılışı gerçekleşmiş. Açılışı Giuseppe Verdi’nin görkemli yapıtı Aida operasıyla gerçekleşen İstanbul Kültür Merkezi o dönemde Avrupa’nın ikinci büyük çağdaş sanat abidesi olarak kabul ediliyordu[2]. Ne yazık ki, bu denli zorluklarla inşası tamamlanan İstanbul Kültür Merkezi’nin şanssızlığı devam etti ve 27 Kasım 1970 tarihinde, Cadı Kazanı temsili sırasında bina yanarak büyük hasar gördü. Bu yangının ardından henüz yeni etkinliğe başlamış olan İstanbul Kültür Merkezi yaklaşık 8 yıl kadar daha kullanılamadı ve ancak 1978 yılında, Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun katkıları ve planlardaki değişiklikleri ile yeniden kullanıma açıldı. Atatürk Kültür Merkezi adıyla etkinliğe açılan binanın Opera-bale sahnesi, konser salonu, tiyatro ve sinema salonu artık toplamda 2250 kişilik bir izleyici kapasitesine sahipti.
1978 yılından bu yana sanatın müzik, opera, bale tiyatro ve görsel sanat alanlarında etkin biçimde faaliyet gösteren AKM binasının yıkılması ve yerine tam olarak hangi amaca hizmet edeceği belli olamayan bir bina inşa edilme olasılığı üzerine tartışmalar geçtiğimiz sene gündeme geldi. Aslında yeni bir tartışma değildi bu. Seneler içerisinde zaman zaman dile getirilen ve geri çekilen bir tartışmanın yeniden gündeme gelmesiydi. Fakat bu kez AKM’nin yıkılması fikrinin daha ciddi bir şekilde gündeme getirildiği anlaşıldı. Kararlar çıkartıldı tartışmalar alevlendi, kutuplara ayrıldı. Bu noktada, Atatürk Kültür Merkezi binasını yıkmak düşüncesi üzerinde biraz durup düşünmek gerekiyor. Aslında AKM’nin yıkılması bir binanın yıkılmasından ibaret değildir. Çünkü AKM bir binadan ibaret değildir. AKM uluslararası standartlarda çok kapsamlı bir teknik altyapı barındıran bir opera sahnesi içermektedir. Güngör Uras, 18 Şubat 2007 tarihli Milliyet gazetesinde AKM’nin teknik altyapısına dair özet fakat çok değerli bilgiler vermektedir: “Bilinmeyen, AKM'nin, bina değerinin 4 katı değeri olan teknik donanıma sahip olmasıdır. Salondan daha büyük ve de 40 metre yüksekliğinde sahnesi var. Sahne ve teknik donanımın tasarımcısı Frankfurt Operası'nın da sahne donanımını yapan dünyaca ünlü mimar Willi Ehle. Sahne bütünüyle iniyor, çıkıyor, tabanı mekanik olarak dalgalanıyor.”[3] Bu bilgilere ek olarak şunları belirtmek mümkün: Görünür sahnenin arkasında, sağ ve solunda ön sahne kadar büyük mekânlar bulunmaktadır. “Cep” adı verilen bu boşluklar dekorların ön sahneye alınmadan önce bekletildiği yerlerdir. Sahnenin arka boşluğunda, gerektiği zaman birden fazla dekorun kurulabildiği bir döner sahne bulunmaktadır. Bu döner sahne, üzerindeki dekorlarla ön sahnenin üzerine oturtulabilmektedir. 40 metrelik sahne yüksekliği içerisinde “sofit” adı verilen ve dekorların sarkıtılmasında kullanılan 46 adet boru bulunmaktadır. Bu sofitlerden 10 tanesi motorlara bağlı şekilde çalışmaktadır. Ön sahnenin yüzetinde ise üçer metre genişliğinde 6 adet podyum yer almaktadır. Bu podyumlar hidrolik mekanizmalara bağlı olarak birbirinden bağımsız biçimde yukarı aşağı hareket edebilmektedir. Sahne üzerinde kademeler, basamaklar ve Güngör Uras’ın yazısında değindiği dalgalanmalar bu hidrolik mekanizmalar sayesinde gerçekleşebilmektedir.
Sahnenin teknik donanımı ile ilgili daha birçok detay verilebilir. Bunun yanı sıra, AKM binası, bir opera veya bale prodüksiyonu için gerekli olan tüm malzemelerin üretildiği, marangozhane, aksesuar odaları, demirhane, mobilya, ışık, terzi peruk ve şapka atölyelerini makyaj ve kostüm odaları, sanatçılar için çalışma mekânları dans çalışma mekânları ve büyük dekorların boyandığı devasa bir resim/boya atölyesini bünyesinde barındırmaktadır. Bütün bu özellikler, Atatürk Kültür Merkezi’nin bir hamlede gözden çıkarılabilecek bir yapı olmadığını göstermektedir. Şayet gözden çıkarıldığı takdirde, aynı standartlarda yeni bir kompleksin inşa edilmesi hem çok büyük ödenekler gerektirecektir hem de amacına tam anlamıyla uygun bir mimari, teknik ve lojistik planlamayı kaçınılmaz kılacaktır. Dolayısıyla, AKM’yi yıkıp yerine yenisini hatta “daha güzelini” yapmak sanıldığı kadar kolay olmayabilir.
“Daha güzeli” demişken, bu yıkılma tartışmamaları ile paralel olarak yeni bir moda da ortaya çıktı: AKM’nin mimarisini çirkin bulmamodası. İnternet ortamında ve çeşitli yayınlarda AKM’nin mimarisinin aslında ne kadar çirkin olduğuna ve yıkılmasının isabet olacağına dair görüşlere rastlar olduk. Kimileri opera binasının Avrupa’dakiler gibi mimari özelliklere (150-200 sene öncesinin mimarisi) sahip olması gerektiğini savunuyor. Bu noktada da, aslında kamuoyunun bir kesimi içerisinde uçuşan bu fikirlerin ne kadar yüzeysel olduğu görülüyor. Zira AKM’nin mimarisi, gerçek anlamda, 1950’li yılların modernist mimari anlayışının en güzel örneklerinden birini teşkil etmektedir. Murat Tabanlıoğlu’nun 19 Mart 2007 tarihli Radikal Gazetesinde yazdığı gibi, AKM’nin ön cephesindeki Aluminyum giydirme Türkiye’deki ilk uygulamadır.[4] Bu giydirmenin, binanın ön cephesine çok boyutluluk kazandırmaktadır, yatay hatların yukarı doğru sıkışarak yükselmesi de ses dalgalanmasını sembolize eder gibidir. Tüm bu karakteristik özellikleriyle Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul’un sanat merkezi olmanın yanı sıra, İstanbul kentinin bir simgesidir de aynı zamanda. Taksim meydanında, İstanbul’un en merkezi konumlarından birinde insanların sanat etkinliklerinde bir araya gelmesine olanak sağlayan bir merkezdir. 30 yıllık süre zarfında, günlük hayatın içerisinde insanların buluşma noktası olmuş “AKM’nin önünde buluşmak” düşüncesinin bir hayat tarzına dönüşmesine önayak olmuş bir binadır Atatürk Kültür Merkezi. Bir zamanlar “kültür abidesi” payesi verilen yapıyı bugün “çirkinlik abidesi” olarak tanımlamak ve bunu yıkılma gerekçelerinden biri olarak gösterebilmek gerçekten akıl almaz bir mantıktır.
2007 yılında ortaya çıkan AKM’nin yıkılması tartışmaları çok sayıda tepki topladı. İstanbul kentini ve kent kimliğini benimseyenlerin tepkileri sayesinde yıkılma kararı yerine AKM’nin tadil edilmesi ve bakıma alınması kararı verildi. İsabetli bir karar çünkü AKM binasının ciddi bir bakımdan geçmesi zaten gerekli. Ayrıca, eğer iyi bir planlama ile yapılırsa bu renovasyon çalışması sonucunda, 1950’li yılların modernist mimarisi bugünün teknolojisi ve estetiği ile buluşma fırsatını yakalar. Fakat bu noktada da cevapları tam net olmayan sorular dolaşıyor kentsel duyarlılığa açık kesimlerin kafasında: Mayıs 2008 tarihinde Atatürk Kültür Merkezi yenileme çalışmaları için boşaltıldı. Devlet Opera ve Balesi ve Devlet Senfoni Orkestrası İstanbul’un çeşitli bölgelerinde hasbelkader kendilerine tahsis edilen mekânlarda çalışmalarını sürdürecek. Kadıköy’deki Süreyya Operasının restore edilip kullanıma açılmış olması opera için büyük şans. Fakat İstanbul’un AKM gibi kapsamlı bir opera sahnesine kavuşmaya acilen ihtiyacı vardır. AKM’nin renovasyon ve restorasyon çalışmaları hedeflenen 2010 yılına yetişebilecek mi? Mayıs 2008 tarihinde boşaltılan AKM binasında henüz bir hareket gözükmüyor. 2010 Kültür Başkenti İstanbul projesi bu bağlamda çok önemli bir hedef ve takvim her saniye ilerliyor, zaman daralıyor.
0 comments:
Post a Comment