Elektronik Müzikte Ses ve Anlam

Dr. İlke Boran

Ses ve tını bestecinin temel malzemesidir. Akustik müzikte ses ile besteci araç müzik sesinin kaynağı olan çalgıdır. Bu nedenle besteci belli bir ses rengini elde etmek için bir çalgının tekniği üzerine odaklanmak ya da birbirinden farklı birkaç çalgıyı bir arada kullanmak durumunda olacaktır. Besteci – çalgı – ses ilişkisinde, ses ya da tını, yani ses rengi, amaç olarak görülürken çalgı bu üçlünün zorunlu aracı konumundadır.

Elektronik müzikte ise bu üçlü ilişki daha farklı bir boyutta karşımıza çıkmaktadır: çalgı faktörü ortadan kalkmaktadır. Böylece besteci ile ses arasında doğrudan bir ilişki kurulmuş olur. Bu görece doğrudan ilişki içerisinde de sesin üretildiği ya da işlemden geçirildiği elektronik aygıtlar araç olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla, akustik müzikte besteci – çalgı – ses olarak ortaya çıkan üçlü ilişki elektronik müzikte besteci – elektronik aygıt – ses üçlüsüne dönüşmektedir. Her iki durumda da besteci ile ses arasında bir araç/ aracı olmasına karşın, elektronik müzikte besteci ses ile daha doğrudan bir ilişki içerisindedir. Elektronik müzik bestecisi tınısal tasarımlarını sesin içyapısına doğrudan müdahale ederek oluşturmaktadır. Ses yaptığı müdahale sırasında elektronik cihazları araç olarak kullanmasına karşın, ses rengini doğrudan sesin yapısını değiştirerek oluşturma amacındadır.

Sesin elektronik müzik alanında iki temel biçimde işlendiği görülmektedir:
1. Kaydedilmiş bir akustik sesin elektronik gereçlerle değişime uğratılması.
2.Bir sesin tüm parametreleriyle doğrudan elektronik gereçlerle üretilmesi.
Bu ikinci uygulama da kendi içinde ikiye ayrılır:
    a) Tüm parametreleriyle üretilen elektronik ses karakter olarak akustik bir sese benzetilir
    b) Doğada varolmayan bir tını oluşturulur.

Ses, Referans, Anlam

Ses kendi başına bir anlam ifade etmez. Ses, herhangi bir nesnenin, yani ses kaynağının yaydığı titreşimin doğal sonucudur. Dolayısıyla, doğada varlık gösteren her sesin mutlak bir kaynağı vardır. Ses kaynağının yaydığı titreşimlerin iç yapısı sesin tınısını belirler. Bu tını sesin karakterini oluşturur. Sesin karakteri ise kaynağına referans oluşturur. Bu noktada, doğada varolan her sesin kesin bir kaynağı olmasından dolayı, her sesin kesin bir referansının olduğu da söylenebilir. Örneğin kuş sesinin kaynağı ve buna bağlı olarak referansı kuştur. Kendi başına anlam ifade etmeyen ses, bağlı olduğu referans yolu ile anlam kazanmaktadır. Çünkü sesin referansı özerk bir anlama sahiptir. Örneğin kuş sesinin referansı kuştur ve kuş, sesi olmasa da bir anlam taşımaktadır. Oysa kuş sesi ancak kuş olgusu varolduğu sürece anlam ifade eder. Üzerinde hiçbir kuşun yaşamadığı ve kuş canlısının / olgusunun varlığından haberdar olmayan insanların yaşadığı teorik bir dünya varsayalım. Kaydedilmiş bir kuş sesinin de bir biçimde bu dünyada varolduğunu varsayarsak bu kaydedilmiş kuş sesinin o dünyada yaşayan insanlar / dinleyiciler için hiçbir anlam ifade etmeyeceği olasıdır. Bu bağlamda ses, referansının varlığı ve anlamı aracılığıyla kendi anlamını kazanmış olur. Herhangi bir sesin, ancak referansının özerk anlamı yoluyla anlam kazandığı söylenebilir. Bu ses-referans-anlam ilişkisi aşağıdaki grafikle gösterilebilir.


Elektronik müzikte bu bağlantı zinciri kırılmakta ve ses-referans-anlam düzleminde yeni sorular ortaya çıkmaktadır.

Elektronik Müzikte Sesin Soyutlaşması ve Anlamının Belirsizleşmesi

Akustik ortamda varolan ve elektronik olarak değişime uğratılan ses, varlığının özünü oluşturan kaynağından uzaklaşmış olur. Bu da, bu tür bir sesin doğadaki bağlamından kopartılması anlamına gelmektedir. Yani öz bağlamından ayrılıp değişime uğratılan ses anlamından arındırılmış olur. John Dack “Pierre Schaeffer and the Significance of Radiophonic Art” (Pierre Schaeffer ve Radyofonik Sanatın Önemi) adlı makalesinde şöyle demektedir: “Sesler, ait oldukları kaynaktan kopartılarak bağlamlarından ayrıldığında çok düşsel, neredeyse büyülü biçimler alabilir.” 

Akustik müzikte gündeme gelmeyen, fakat elektronik müzik bağlamında ortaya çıkan soru şudur: bağlamından ayrılan ses yeni bir anlam mı kazanır yoksa anlamsızlaştırılmış mı olur? Bu soruyu bir yanıta ulaştırmaya çalışmak için dilbilim alanına bakmak ve bir karşılaştırma yapmak yerinde olacaktır.
Söz, kendi bünyesinde birçok anlam barındıran ve dilbilimde semantik adı verilen bir anlamlar alanına sahiptir ve bu semantik alan yoluyla, farklı bağlamlarda farklı anlamlar kazanabilmektedir. Fakat ses sözden farklı durumdadır. Sesin, sözde olduğu gibi semantik bir alanı yoktur. Bu nedenle ses özünde bir tek anlam barındırır o da ses kaynağının anlamıdır. Bu durumda kaynağından ayrılan/kopan/uzaklaşan ses başka bir anlam kazanmış olmaz. Yalnızca öz anlamından arınmış olur. Bu noktada, elektronik ortamda değişime uğratılmış sesin anlamından arındırılmış olduğunu ve anlamından arındırılmış sesin de soyutlaştırılmış ses olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yine aynı noktada, sesin anlamını yitirdiği hatta anlamsızlaştığı söylenebilir ve sesin elektronik olarak değişime uğratılma süreci bir “anlamsızlaştırma süreci” olarak adlandırılabilir. Fakat, “anlamsızlaştırma” olgusu pejoratif – olumsuz/küçümseyici – anlamda ele alınmamalıdır. Öz anlamından arındırılarak anlamsızlaştırılan ses değerini yitirmiş bir ses değildir. Çünkü ses kendi başına var olan bir antitedir. Bu konuyu yine dilbilim alanına başvurarak açıklamak yerinde olabilir.

Dilbilimde sözcük, ancak içerdiği anlam alanı yani semantik alanı varolduğu sürece anlam ifade eder. O zaman, semantik alanı olmayan söz, söz olarak kabul edilemez, hatta söz olarak var olamaz. Dolayısıyla, hiçbir anlam ifade etmeyen söz, söz olmaktan çıkar ve bir ya da birkaç hecesel yapıdan oluşan bir ses olarak algılanabilir ancak. Ses öğesine bakıldığında ise sesin var olabilmesi ve anlam içermesi için en önemli koşul bir ses kaynağının varlığı olacaktır. Ses kaynağının belirsiz olması sesin anlamını da belirsizleştirir, ancak sesin varlığını – antitesini – etkilemez. Çünkü kaynak belirsiz ya da gizlenmiş de olsa ses titreşimi vardır. İşte bu nedenledir ki ses, anlamından bağımsız olarak var olabilen bir antitedir.

Bütün parametreleriyle elektronik ortamda yaratılan ve doğal bir sese benzetilmemiş sesler için bu durum daha da açıktır. Doğada var olmayan ve elektronik ortamda üretilen bu tür bir sesin akustik dünyada – yani doğada – karşılığı/referansı yoktur. Elektronik ortamda üretilen ses salt elektronik gereçler aracılığıyla akustik dünyada varlık göstermektedir.

Akustik sesin elektronik ortamda değişime uğratılarak anlamından arındırılması bir anlamda sesin soyutlaştırılması anlamına gelir. Diğer yandan elektronik ortamda yaratılan ses özünde soyut olarak yaratılmış olur. Her iki durumda da işlemden geçmiş olan elektronik ses, bu aşamada soyut bir antite olarak varlık göstermektedir.

Sesin Yeniden Anlamlandırılma Süreci

İnsan, Fransız dilbilimci Roland Barthes’ın söylediği gibi, simgeler ve anlamlar dünyasında yaşamaktadır. Çevresini saran dünyanın her öğesi insan için bir anlam taşır. Mehmet Rifat, Homo Semioticus adlı kitabında şöyle demektedir:
“İnsanın bütün yaşamı temelde içinde yer aldığı dünyayı kavramak, yorumlamak ve yeniden anlamlandırmakla geçer. (…) Ama insan yaşarken, bir sınıflandırma eylemini de farkında olmadan yapar. Bu nedenle sınıflandırma, dünyayı anlamlandırmanın temel, derin ve evrensel yapısını yakalama yoludur.” 
Bu nedenledir ki insan, öz anlamından arındırılmış ses yeni bir anlam, dışardan bir anlam yükleme ihtiyacı duyacaktır.

Bu durum yeni bir soruyu daha ortaya çıkartır. İnsanın çevresindeki nesneleri anlamlandırırken kendi öz deneyimleri ve bilgileri doğrultusunda hareket etmesi kaçınılmaz değil midir? Deneyci – empiricist – düşünceye göre bu durum kaçınılmazdır. Zira, empiricism’in temelinde şu düşünce yatar: “insan usunda hiçbir şey yoktur ki, daha önceden duyular tarafından algılanmamış olsun”. Latince deyiş “nihil est in intelectur quod non fuerit in senso” bu durumu açıklamaktadır. Başka bir deyişle, insan usundaki herşey yalnızca duyular tarafından algılanmış olan deneyimlerden ibarettir. Bu demek oluyor ki insan imgeleminin en uç sınırları bile çevresinde algıladığı dünyanın duyularına yansıttığı malzemeleri içerecektir ve insanın düş gücü bunun ötesine geçmeyecektir. Deneyciliğin –empiricism’in – ilkelerine başka bir yönden yaklaşıldığında ise şu sonuç ortaya çıkabilir: insan karşılaştığı her yeni öğeye, daha önceki deneyimleri doğrultusunda bir anlam yükleme eğiliminde olacaktır. Bu da öz anlamından arındırılmış olan sese yüklenen ikincil anlamın öznel, yani sübjektif olacağını ortaya çıkartmaktadır. Çünkü her bireyin daha önce hiç duymadığı bir sese ya da tınıya yükleyeceği anlam o bireyin kendi duyularının oluşturduğu us ve imge dünyasının bir yansıması olacaktır. Böylece, öz bağlamından kopartılmış bir ses, öznel anlamlandırmalara açık konumda olacaktır. John Dack’in makalesinde dediği gibi, “anlamsız bir evrende özgür anlam arayışları”.

0 comments:

Post a Comment

About Me

My photo
Musicologist / Müzik Bilimci
Powered by Blogger.